Zamansız Tasarım ve Duygusal Dayanıklılık (Emotional Durability)

Sürdürülebilir modanın en önemli boyutlarından biri aslında giysilere kurduğumuz duygusal bağ. Akademik literatürde buna “emotional durability” yani duygusal dayanıklılık deniyor.Tasarım araştırmacısı Jonathan Chapman’ın dediği gibi: “Ürüne olan duygusal bağlılık ne kadar güçlüyse, kullanım ömrü de o kadar uzun olur.” Bizim için de öyle değil midir? Sevdiğimiz bir gömlek, bir eteğin uçuşu, belki bir yaz akşamı saklıdır içinde. İşte o yüzden dolapta kalmaya devam eder.

Burada iş tasarımcılara da düşüyor. Çünkü mesele artık yalnızca kumaşı sağlam dikmek değil; ruhu sağlam dikmek. Bir giysi, bize kendimizi özel hissettirdiğinde, yıllar sonra bile elimiz onun düğmesine gider.

Bu bakış açısı, tasarımcıların rolünü de değiştiriyor. Artık mesele yalnızca fiziksel olarak dayanıklı ürün üretmek değil; aynı zamanda kullanıcıda bir duygu uyandıracak, hikâyeye dönüşecek parçalar yaratmak. Akademik çalışmalar da bunu destekliyor. Mesela Haines-Gadd’in geliştirdiği “Emotional Durability Design Nine” aracında, kullanıcıyla ürün arasında bağ kurmanın yolları sıralanıyor: giysiyi kişiselleştirme, eskidikçe güzelleşen malzemeler kullanma, onarım kültürünü teşvik etme… (MDPI, 2018).

Özellikle “Visible Mending” yani görünür yamama çok ilgimi çekiyor. Eskiyen bir giysiyi renkli nakışlarla ya da yamalarla onarmak, onu sadece tamir etmek değil, yeniden hikâye katmak anlamına geliyor. (Vogue, 2020), (Plate Conference, 2025). Bir yırtığın üstüne işlenen desen, aslında giysinin yaşanmışlığını görünür kılıyor. Bu yaklaşım, dünyanın farklı yerlerinde topluluk hareketlerine bile dönüştü; örneğin #stitchitdontditchit kampanyaları, insanlara hızlı moda yerine tamir kültürünü hatırlatıyor (Reasons to Be Cheerful).

Bunu sadece bireyler değil, markalar da sahiplenmeye başladı. Örneğin Eileen Fisher, “Kıyafet tamir etmek alışverişe gitmekten kolaydır” mottosuyla kendi atölyelerinde eski parçaları kırkyama ve yama teknikleriyle yeniden tasarlıyor. Stella McCartney, Clevercare inisiyatifiyle ürün etiketlerine özel bakım sembolleri ekleyerek “giysine özen göster, ömrünü uzat” mesajı veriyor. Patagonia yıllardır Worn Wear programıyla onarım kültürünü desteklerken Barbour balmumlu ceketlerini tekrar vaks hizmetiyle neredeyse ömürlük kılıyor. Levi’s terzi dükkânlarıyla denime ikinci hayat verirken, Marks & Spencer İngiltere’de kıyafet tamir servislerini başlattı. Daha sanatsal bir tarafta ise Bode, vintage kumaşlardan hikâye odaklı tasarımlar yaparak giysiyle duygusal bağ kurmayı teşvik ediyor. Bugün akademik literatürde de konuşulan şey tam da bu: emotional durability. Yani kumaşın yıllanmasına izin vermek, tamir etmek, ona kişisel anlam yüklemek. Teyzemin atölyesinde deneyimlediğim bu küçük pratikler, aslında sürdürülebilir moda stratejilerinin temelinde var.

Zamansız Ruhların İlhamı

Duygusal dayanıklılığın yanında bir de zamansız tasarım var. Trendlerden bağımsız, yıllarca değerini koruyan parçalar… Chanel’in küçük siyah elbisesi, Hermès’in Birkin çantası, Levi’s 501 jean’i, Barbour’un balmumlu ceketi ya da Burberry’nin trençkotu. Hepsi bir döneme değil, birçok nesle eşlik eden ikonlar.

Modern markalar da bu mirası sürdürüyor:

  • Women&Women, koleksiyonlarını “mevsimsiz giyim” anlayışıyla üretiyor.

  • The Row, minimalizmle zarafeti birleştirerek trendleri aşan parçalar sunuyor.

  • Totême, gündelik şıklığı zamansız formlarla yeniden tanımlıyor.

  • Timberland, kalitesiyle yıllarca giyilen klasiklerini “zamansızlık” mottosuna taşıyor.

Bu parçaların ortak özelliği şu: her dönemde stil sahibi, her nesilde anlamlı.

Sonuçta denklemi şöyle kurabiliriz: duygusal bağ + zamansız tasarım = uzun ömürlü giysiler. Bu formül yalnızca çevre için değil, bizim için de büyük bir kazanç. Çünkü daha az tüketiyoruz, daha çok anı biriktiriyoruz. Moda, bu bakış açısıyla yalnızca bedeni süsleyen bir alan olmaktan çıkıyor; kimliğimizi, değerlerimizi ve hikâyelerimizi taşıyan bir hafıza dili haline geliyor.

Dolayısıyla sürdürülebilir moda, yalnızca çevre dostu olmakla sınırlı değil. Aynı zamanda geçmişi geleceğe aktarmak, anıları yeni nesillere taşımak demek. Bugün bir giysi, sadece bir kıyafet değil; bir hikâyeyi, bir duyguyu, bir kimliği geleceğe taşımamızın aracı oluyor (The Guardian, 2020).

Previous
Previous

Kalite, Eskiden Daha Yaygındı

Next
Next

Nostalji ve Kimlik: Bir Kıyafetle Geçmişe Yolculuk